Tıpkı Richard Bach’ın Martı’sı Jonathan gibi uçmayı (özgürlüğü) öğrenmeyi, uçmaya yeni boyutlar katmayı, yeni ufuklar keşfetmeyi ve öğrendiklerimizi öğretmeyi, öğrendikçe özgürlük alanımızın genişlediğini yeni dünyalara yelken açabildiğimizi göreceğiz.
Hukuk ve özgürlük evrensel değerlerdir. Bu değerler hepimizin
bildiği gibi 20. yüzyılda totaliter rejimlerin büyük saldırısıyla karşılaştı.
Çok büyük acılar, kıyımlar yaşandı. Ancak; bu rejimler ve liderleri bugün
nefretle anılıyorlar ve insanlık düşmanları olarak insanlar var oldukça
anılacaklar.
Yaşadığımız
yüzyılda da etnik, dinsel ya da milliyetçi bir temele dayanan hareketler bu demokratik
hukuk ve özgürlük değerlerini yeniden tehlikeye atıyorlar.
Totaliter
yönetimler, ayrım gözetmeden toplumun tüm kesimlerini, eğitimi, basını, özel kuruluşları,
sivil toplum örgütlerini, kişinin özel yaşamını denetim altına almayı amaçlar.
Aile bağları, ana-baba-oğul ilişkileri, dini inanışlar, her şey totaliter
yönetimin gözetimi ve yönlendirilmesi altına girer. Propagandalardan kaçıp
kurtulmak mümkün değildir.Her an, her yerde “abiniz” sizi gözetlemektedir.
Amaç,
toplumda bir korku, bir kuşku havası yaratmak, insanları sindirmektir. Ele
geçirilmiş olan erkin ve yetkinin kötüye kullanılması ve korkunç, ezici bir
güce dönüştürülmesi söz konusudur.
Tarihin hiçbir döneminde başarılı olamayan bu tür yönetimler hüsrana
uğrayacaklardır. Hiç kuşkusuz bu türden haksız, hukuksuz, adaletsiz, ahlak dışı
uygulamalara imza atanların kendi öz evlatları bir gün yüzlerine tükürecekler.
Dünyanın ekolojik dengesi hızla bozuluyor. Yani ekolojik bunalım kapımızda. 1948 İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinden başlayarak birçok uluslararası sözleşme, şart ve senet, bu belgelere imza atan devletlerin, çevreyi bir insan hakkı olarak algılamakta görüş birliği içinde olduklarını ortaya koymuştur.
Ülkemizde çağa uymayan ekonomik ve kalkınma modelleri, ekolojik
değerleri önemli ölçüde göz ardı etmekte ve önemsememektedirler.
Modern mimarlığın öncülerinden, aynı zamanda büyük şehirci Le
Corbusier, geleceğin kentlerinin bir “Ahtapot” gibi genişleyeceğini söylüyor.
Kaçınılmaz sonun gökdelen, çelik ve güçlendirilmiş beton olduğunu belirtiyor ve
ekliyor. Hücreler (Konutlar) yirmi, kırk, altmış katlı yapılara sokulacak oysa
ortalama boyu 1.70 m olan insan böyle bir kente alışmakta zorluk çekecektir.
İnsanlar kent arasında denge kurulması gerekmektedir.
Ülkemizde bazı çevreler için emek her zaman zahmetli bir uğraş
olmuştur. Bu çevreler kentleri ve kent topraklarını babalarının malı gibi
görürler. Kent ve kentli hakları umurlarında değildir. Yeter ki istedikleri gibi
planlasınlar, istedikleri gibi talan etsinler.
Bilimsel ve teknik gerekçeler ileri sürerek kendilerini eleştiren
demokratik kitle örgütlerini emir ve kumandaları altındaki basın ve yayın
araçlarıyla “İstemezükçü” ilan ederler.
Bundan böyle biz de onlara “İSTERÜKÇÜLER” diyeceğiz.
Biliyorsunuz kent ileri gelenleri EXPO 2020 için İzmir’in aday
kent olmasına uğraş veriyor. Hükümet de bu girişimi destekler görünüyor. Buraya
kadar her şey normal.
Ancak; öteden beri “İSTERÜKÇÜLER” EXPO olacaksa İnciraltı’nda
olmalı ve İnciraltı imara açılmalı diyorlar.
Elbette imarsız hiçbir kent parçası kalmamalı. Ama
“İSTERÜKÇÜLERİN” kastettikleri planlama, planlama ilkeleri ve şehircilik
ilkelerine uyuyor mu? Ekolojik dengeleri koruyor mu? Le Corbusier’nin dediği
gibi insanla kent arasındaki dengeleri gözetiyor mu ?
Uzman Odalarımız böyle olmadığını söylüyor.
Expo’nun alınabilmesini İnciraltı’nın istedikleri şekilde
planlanmasına indirgeyen çevrelere şunu da hatırlatmak gerekiyor.
Bu güne kadar EXPO yapılan dünya kentlerinde fuar alanı olarak o
kentlerin eskiyen, çöküntülü alanları seçilerek, o alanların ayağa kaldırılması
gerçekleştirilmiştir.
Burada ayağa kaldırılmak istenen İnciraltı’nda gerçek
sahiplerinden ele geçirilen arsalar olmasın?
HKMO İzmir Şube Başkanı: S. Selçuk
SAVCI
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder